28 Ağustos 2012 Salı

Incendies


















Incendies geride bıraktığımız yılın en çok beğenilen filmlerinden bir tanesiydi. Hatta bugüne kadar karşılaştıklarım içerisinde en beğendiğim blog olan Kediler ve Kitaplar'ın 2011'in En İyileri Anketi'nin "Sinema" başlığında A Separation ve Midnight in Paris gibi oldukça beğenilen iki filmin ardından(bu iki film 2011'e ait izlediğim filmler içerisinde benimde en beğendiğim iki filmdi) kendisine üçüncü sıradan yer bulmuştu. Aynı listede üst sırada bulunan filmlerden izlemediğim tek film olması bir başka ayrıntı. Bir arkadaşım(kendisi adını vermemi istemedi) -ki pek film konuştuğum birisi değildir- geçenlerde "İçimdeki Yangın" diye bir film var mutlaka izle demişti. Bende adını bile duymadığım bu filmi izlemek için hamle yaptığımda bahsettiği filmin Incendies olduğunu öğrenince kendi kendime artık zamanı geldi deyip dün itibarı ile izledim filmi. Gümbür gümbür adından söz ettiren bir film olmasa bile blog takipçilerinin ve sinema meraklılarının oldukça aşina olduğu bir yapım Incendies. Ekşisözlük'te Incendies başlığında şöyle bir entry mevcut: "...üzerine bir şeyler yazmak için etkisinden çıkmayı beklemek gerek sanırım." İşte ben tam bu sebepten ötürü yirmi dört saat rötarlı burada bulunuyorum. Başlayalım bakalım.

Film aslında 2010 yılına ait ama ülkemizde 2011 yılında gösterime girmesinden ötürü geçen yıla ait kabul etmek çok yanlış olmaz. Incendies'i Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve yönetmiş. Film bir tiyatro oyunundan uyarlama ve okuduklarıma bakılırsa bir süredir İstanbul Devlet Tiyatroları'nda da oynanıyor. Yazının girişinde bahsettiğim gibi Türkçe'ye "İçimdeki Yangın" diye çevrilmiş. Incendies, Google Translate'e göre Fransızca dilinde "yangın" anlamına geliyor. Başrol listesi Lubna Azabal, Melissa Desormeaux-Poulin, Maxim Gaudette isimlerinden oluşuyor. Filmde ara ara Radiohead şarkıları duymak mümkün ve Radiohead dinlemeyen biri olmama rağmen filmde iyi durduğunu söyleyebilirim. O sene düzenlenen Oscar Ödül Töreni'nde En İyi Yabancı Film Oscarı'nı Danimarka yapımı In a Better World filmine kaptırmış ve bu kararıyla Akademi bir hayli eleştirilmişti.

Filmin konusuna gelince, konudan hiç bahsetmemeye karar verdim önce. Sonra spoiler uyarısı yapıp derin derin her şeyi anlatayım istedim. Ondan sonra düşündüm ve kısaca bahsetmenin en doğrusu olduğuna karar verdim. Öyle bir ikilemdeyim ki bu yazıyı uzun uzun yazmak veya kısa kesmek konusunda bir karar vermem gerekiyor. Şöyle ki zamanında Orta Doğu'dan göç etmiş ikiz çocukları olan bir anne ölümünün ardından çocuklarına bir vasiyet mektubu bırakır. Yapılmasını istediği bazı şeyler vardır ve olaylar gelişir.  

Incendies öyle bir film ki en ufak bir spoiler yediğiniz anda ağır s.çarsınız. O yüzden filme dair hiçbir şey okumadan izlemeniz kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik. Başka bir tavsiye ise, Incendies'nin ilk yarısında sıkılacak olmanız kuvvetle muhtemel ve olası. O yüzden bu uyarımı dikkate alarak filmin sonuna kadar sabredin. Ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız ve eğer yazımı okuyup filmi izlemeye karar verirseniz ve hatta bir adım ileri gidip filmi izlerseniz lütfen yorumlarınızla bana karşılık verin.

Film başlarda size "Uçurtma Avcısı" tadı verebilir. En azından bana verdi. Siyasi kısmı biraz rahatsız edici olabilir ama konunun önüne geçmemesi bence filmi özel yapan en önemli sebeplerden. Lubna Azabal'ı dikkatle seyredin.

Bugüne kadar izlediğim en güzel filmlerden bir tanesi Incendies. Benim bu kadar çok beğendiğim bir filmi size satırlar dolusu yazmam gerekirdi ama spoilerdan kaçmak adına vasatın altında bir yazı oldu bile diyebilirim. Sadece oturup mükemmeli izleyin. İşte hepsi bu.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Melekler Erkek Olur


















Mehmet Erdem diye bir adam dinliyorum bu aralar. Hatta Cirrus'tan sonra ikinci defa bir müzik yazısı yazma planım var kendisi hakkında. Uzun zamandır Winamp'tan müzik dinlemek yerine aklıma esen şarkıyı Youtube'a girip oradan açarak dinliyorum. Ara ara videonun akışına bakarken, bir Mehmet Erdem şarkısında bu ismi gördüm: "Melekler Erkek Olur". Dikkat çekici bir isim ve görsellerin akışına bakarak bir film olduğunu düşünmüştüm ilk başta. Google'a girip ne olduğunu anlamaya çalışırken bir kitap ismi olduğunu öğrendim. Sonra kitabı okuyan bir arkadaşımdan tavsiyesini alıp, elimde bulunan kitabı yarım bırakarak, Melekler Erkek Olur'u edindim ve okudum. Sanırım adını daha önce hiç duymadığım bir kitabı en hızlı okuma sürecim bu oldu. Birkaç gün önce adını duymadığım bu kitabı yazmak için şimdi buradayım.

Kitabın yazarı Hamdi Koç. Melekler Erkek Olur gibi Hamdi Koç ismini de ilk defa duydum. Kendisinden biraz bahsetmek gerekirse, 1963 Fatsa doğumlu. ODTÜ'den ayrıldıktan sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiş. Shakespeare, Beckett, Faulkner gibi önemli isimlerden çeviriler yapmış. 1992 yılında ilk kitabı olan Çocuk Ölümü Şarkıları yayımlanan yazarın ikinci kitabı Melekler Erkek Olur. Melekler Erkek Olur okuyucuya sunulduğunda yıl 2002 imiş ve Hamdi Koç, Melekler Erkek Olur ile Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından bir tanesi olmuş. Devam eden yıllarda dört kitabı daha yayımlanmış. Bunlar Yazarın Çiçeklerin Tanrısı(2003), İyi Dilekler Ülkesi(2005), Kalpten Parçalar(2006) ve Bir Eski Kocanın Öğleden Sonrası(2009). 

Melekler Erkek Olur, orta yaş bunalımına girmiş bir erkekten bahsediyor. Murat, iyi bir işi olan -kitapta anlatıldığı ölçüde ekonomik olarak son derece rahat- evli ve iki çocuk babası bir adamdır. Kendi iç bunalımlarının sürüklediği bir biçimde karısını aldatmakta, parasını amaçsızca harcamakta ve bir türlü mutlu olamamaktadır. Bu iç bunalımları onu boşanma noktasına kadar getirir. İki çocuğu, babaannesi, patronu, Selma, Pınar... Bu insanların arasında her geçen gün biraz daha kaybolur ve ne yapacağını bilemez hâle gelir.

İnternet üzerinden okuduğum yorumların birçoğunda Melekler Erkek Olur başka kitaplarla özdeşleştirilmiş. Bunların içinde okuduklarım da var okumadıklarım da. Kitapta anlatılan konu klasik ve başka hikâyelere benzetmek çok zor değil. Kitap müthiş bir ebedi dille mi anlatılmış peki? Pek söylenemez. Kitabın konusunda kendinden bir şeyler bulan insanlar eminim çok beğenecektir ki bunun için orta yaşlarına gelmiş evli bir adam olmak gerekir. Kitabın dili müthişti diyemem, konu çok başarılı diyemem ama kitabın kendini okutturduğu ve sıkmadığı bir gerçek. Hamdi Koç ile ilgili bir şey söyleyemem çünkü okuduğum ilk kitabıydı Melekler Erkek Olur. 

Kitabı çok büyük beklentilerle okumadım. O yüzden bir hayal kırıklığından bahsedemem size. Sadece ismi çok ilgi çekici gelmişti ve ben de büyük bir merak içinde okudum. Kendi adıma tam arada kalmış diyebilirim. Yani size ne vakit kaybı diyebilirim Melekler Erkek Olur için ne de mutlaka okuyun. Kitabın isminden etkilenen biri olarak sadece kitabın konusu ile ismini bağdaştıramamış olmak en büyük sıkıntım. Umarım bir gün Hamdi Koç'un bununla ilgili bir açıklamasına tanık olabilirim.

7 Ağustos 2012 Salı

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi


















Son bir ay içinde okuduğum ve yorumladığım üçüncü Barış Bıçakçı kitabı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi. Bizim Büyük Çaresizliğimiz ve Veciz Sözler'i yazarken Barış Bıçakçı'yı okumaktan ne kadar keyif aldığımdan ve kitaplarını ne kadar beğendiğimden bahsetmiştim. Nitekim üçüncü bir Bıçakçı kitabı okumak için çok fazla beklemedim. Kitap nasıl mı? Hani şu yazarın isminin bile kitabı başarılı kılmaya yettiğini düşünürüm ya bazen, Barış Bıçakçı artık o yazarlardan bir tanesi. Tıpkı Oğuz Atay, Paul Auster, Chuck Palahniuk gibi.

Kitap yine bir Ankara teması üzerine kurulu. Aslında Ankara teması demek çok doğru değil. Bu kitap Ankara olmuş. Sakarya Caddesi, Gençlik Parkı, Kumrular, Tunalı, Kale... İnsanı bu "Gri şehre" sebepsiz yere aşık eden türden. Birbirinin yanından geçip giden insanlardan, hayatlardan bahsediyor Barış Bıçakçı. Gündelik hayatın akışından farksız anlatılanlar ama çakıl taşlarının birbirine sürtünmesi gibi birbirine bağlı hayatlardan bahsediyor bize. Ama bu sefer başrol insanlardan oluşmuyor. Bu sefer Ankara tam anlamıyla kitabın gediğinde bulunuyor.

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi aynı zamanda Barış Bıçakçı'nın ilk romanı ve sonradan yazmış olduğu romanlarda bulunan karakterlerin bir kısmına değinerek çok daha önceleri selam etmiş bu kitapta. Kitaplarını kronolojik sırayla okumak daha mantıklı gelebilir ilk etapta ama karakterleri bilerek okumak ister istemez bir tebessüm oluşturdu bende. Paul Auster'ın altmışıncı yaş gününde önceki kitaplarında bulunan karakterlere selam ettiği Yazı Odasında Yolculuklar romanında da aynı şeyleri yaşamıştım.

Şu an itibarı ile Veciz Sözler biraz daha önde duruyor kendi adıma ama Barış Bıçakçı'nın her kitabında belli bir standardı yakaladığı tartışmaya açık olmayan bir gerçek. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi pek alışık olmadığımız bir konu üzerine yazılmış ve bir nefeste okunabilecek kadar güzel olmuş. Okurken sürekli değişen isimlerden ötürü ben bu kitabı anlamadım fikrine kapılmayın çünkü kitabın olayı bu. Ana karakter Ankara ve kişiler çok önemli değil. 

Her şey bir yana, Barış Bıçakçı'nın bir fotoğrafı, kişisel web sitesi falan yok mu? Hâlâ gizemini koruyan bir adam ve aslında bu durum iyi mi kötü mü onu bile idrak edebilmiş değilim. Onu özel yapan sebeplerden bir tanesi de budur belki kim bilir? En iyisi ne bir fotoğrafı olsun ne ona ulaşmak mümkün olsun. Sadece yazdıklarıyla hatırlandığı sürece sonsuza kadar ayrıksı bir yeri olacaktır.