19 Ocak 2016 Salı

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku


















Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku henüz vizyondayken kaçırmamam gereken bir filmdi. Erdal Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları ve Behzat Ç. sevgim pek çoğunuzun malumudur. Çağatay'a izledikten sonra nasıl diye sorduğumda "Pek parlak değil ama senin kaçırmaman lazım" diyerek durumu özetlemişti. Pek parlak sayılmaz -ki sebeplerinden yazının içeriğinde bahsedeceğim- ama elbette benim kaçırmamam, bu kadar ertelememem lazımdı. Neyse ki geç oldu ama güç olmadı. Filmden bahsetmeye başlamadan önce spoiler içerebileceği uyarısını yapalım da sonra laf söz oluyor hoş değil bunlar.

Filmin yönetmeni Çiğdem Vitrinel. Başrollerde Erdal Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları var ve her ne kadar yan karakterlerin filmdeki yeri kan ağlıyor olsa da yan rollerde de Ege Aydan, Derya Alabora, Harun Tekin, Hare Sürel gibi isimleri görebileceğinizi söylemeden geçmeyelim. 2014 yapımı olan film aynı isimli İlhami Algör romanından uyarlama. Kitabı okumadığımı ve hayatımın geri kalan kısmında da okumayı düşünmediğimi belirteyim. Az da olsa kitaba dair yorumlar da okudum ve beğenildiği izlenimi uyandırmadı bende.

Karakterlerden bahsetmeden önce Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları ikilisinden biraz bahsedelim. Behzat Ç.'nin üçüncü sezonunda karşılıklı oynamışlardı. Senaryo gereği bir çift olduklarını söylemek pek mümkün değil izleyenler bilir. Senaryoda Behzat Ç.'nin partneri ağırlıklı olarak hep Savcı Esra'ydı ve aklımızda da diziden o ikili çift olarak kaldı. Dolayısıyla çift olarak tekrar bir arada görmek şeklinde başlayan cümleler kuramayacağım. Buna karşılık filmin oyuncu seçiminde yakın zamanda birlikte rol almaları etkili olmuştur diye düşünüyorum.

Beşikçioğlu filmde Arif isimli yazar olmaya çalışan, evi olmayıp otelde kalan, hayatı derbeder yaşama alışkanlığını çoktan kazanmış bir karakter. Bir Delinin Hatıra Defteri'nde canlı performansını izlemiş ve Behzat Ç.'yi senelerce soluksuz takip etmiş biri olarak oyunculuğunu tartışma kısmını çoktan geride bıraktım zaten. Filmde hayat verdiği Arif karakteri ise bambaşka bir karakter ve yine başarıyla canlandırılmış. Sezin Akbaşoğulları'na gelince kendisi Müzeyyen karakterini oynuyor. Benim gözleri büyük kadınlara büyük hayranlık duyduğumu yakın çevrem bilir ve bu ülkenin en güzel gözlerine kendisinin sahip olduğunu düşünüyorum. Daha önce canlı kanlı haliyle karşımda da görmüşlüğüm olduğundan bu söylediklerim tecrübeyle sabittir. Müzeyyen ise özgür ruhlu, günümüz kadınlarından gerek davranış gerekse beklenti olarak oldukça farklı, adımlarını kendinden emin ve net atan bir kadındır. Bu ikili bir gün karşılaşır ve hikâye başlar.

Filmin olumlu yönlerine gelirsek başrolde bulunan ikili hayat verdikleri karakterlerin hakkını vermişler. Oldukça akılda kalıcı replikleri olan film, kadın-erkek ilişkileri açısından da önemli detaylarla keyif verici. İlişkiler konusunda kendinden emin bir adam beklentileri ne kadar net olursa olsun, ne kadar kıskançlıktan uzak olursa olsun, bir gün karşısına bir kadın çıkabilir, ona bağlanabilir ve ağzının ortasına yumruğu yediğinde aklı başına gelir mesajını ziyadesiyle aldık. Filmin mekân seçimlerini başarılı buldum. Kitapta nasıl anlatıldığını elbette bilmiyorum ama karakterler bence mekânsal anlamda da karşılıkları bulmuş. İlgi çekici diyaloglar barındırdığını da söylemeden geçmeyelim.

Konular arası geçişlerin çok hızlı olduğu, yan karakterlerin kibrit alevi kadar zayıf kaldığı, duygusal iniş çıkışların karakterler üzerinden senaryoya yansıtılma konusunda belirli bir seviyeden ileri gidilemediği fikri eminim izleyen hemen herkes tarafından fark edilmiştir. Mısraların ekrana yansıtılma düşüncesi filmi düşününce başarılı olabilirdi ama bu detay seyirciye iyi aktarılamamış. Gördükçe keşke daha akılda kalıcı olabilseydi hissi uyandırıyor. Ekşisözlük'te bir yorum okudum ki henüz yazar olmaya çalışan biri için Erdal Beşikçioğlu'nun biraz yaşlı kaldığı yazılmış. Katılmadan geçemeyeceğim ama bu konuda kitaba ne kadar bağlı kalındığını bilmek lazım.

Her türlü olumsuzluğuna rağmen izlenilesi, güzel, çerezlik bir film olmuş Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku. Beni diğer izleyicilerden farklı olarak etkisi altına almış birkaç detay da mevcut. Zaten filme dair olumlu hiçbir şey olmasa bile Amirim var, Behzat Ç.'ye vefa borcumuz var, Sezin Akbaşoğulları'nın güzelliği var. Daha ne olsun nankör köpek derler adama.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Hachi: A Dog's Tale

















Çok Kısa Film isimli bir instagram hesabı var. Filmlerden küçük kesitler yayınlıyor ve bir süredir ilgiyle takip ediyorum. Yaklaşık bir hafta önce Joan Allen'ın bulunduğu, daha önceleri hiç görmediğim bir filmden bir sahne yayınladılar. Arkasını biraz kurcalayınca, filmin 1900'lü yılların ilk yarısında Japonya'da yaşanmış gerçek bir hikâyeden uyarlandığını öğrendim. Anladığım kadarıyla daha önceki yıllarda çekilmiş bir Japon versiyonu da var filmin ama çok da merak edip araştırmadım açıkçası. Amerikan versiyonu yetti de arttı bile.

Aslında tam bu kısımda -yani ikinci paragrafta- benim size yönetmenden, oyunculardan, konudan falan bahsetmem lazım ama uzunca bir süre sonra gelen ilk yazı için bence biraz değişiklik yapmanın kimseye bir zararı olmayacaktır. Hachiko, 1924 yılları ile 1935 yılları arasında yaşamış bir köpek, Japon bir profesörün köpeği. Her sabah profesör ile birlikte evden çıkıp, profesörü tren istasyonuna bırakmış, işten dönene kadar beklemiş ve birlikte eve dönmüş. İşin vurucu kısmı ise; Hachiko'nun bir sabah yine profesörü tren garına götürmesi ile başlıyor. Profesör o gün kalp krizi geçirip ölmüş ve o tren garının kapısından bir daha hiç çıkmamış. Hachiko ise tam dokuz sene boyunca o kapıda profesörün işten dönmesini beklemiş ve on bir yaşında iken istasyonun kapısında ölmüş. Söz konusu tren istasyonu Tokyo'nun Shibuya Tren İstasyonu ve öldükten sonra Hachiko'nun istasyona bir heykeli dikilmiş.

Kısa süreli de olsa vaktiyle köpek sahibi biri olarak tahmin edeceğiniz üzere oldukça etkiledi film beni. Gerçi filmden ve hikâyaden etkilenmemek için biraz insanlıktan uzak olmak lazım ama beni ağlattığını söyleyebilirim. Kaldı ki pek ağlayan bir adam değilimdir, en son ne zaman ağladığımı hatırlamıyorum bile. Birkaç gün öncesinde varlığından haberdar olmadığım bir filmin bana neler hissettirdiğini anlatmak oldukça zor ama bir yıldan uzun bir süre sonra beni buraya getirmesi bıraktığı etki ile ilgili fikir verici olabilir. Eğer bir köpeğiniz varsa onu da yanınıza alın ve bu filmi izleyin, eğer yoksa yine de izleyin, ne olursa olsun bir şekilde izleyin işte.