"Eğer Türk edebiyatında Oğuz Atay (1934-1977) diye bir yazar olmasaydı ve çevirmen Ahmet Cemal günlerden bir gün onunla tanışmasaydı, Körleşme diye bir roman dilimize belki de çok geç bir tarihte ve bir başkası tarafından çevrilecekti.
Yetmişli yılların ikinci yarısıydı. O sıralarda İstanbul'da, Teşvikiye'deki Beldever Apartmanı'nda bulunan Avusturya Kültür Ateşeliği'nde yarım gün çalışıyordum. İşimin bir bölümü Kültür Ateşeliği'nin kitaplık bölümünü de kapsadığı halde, ne Elias Canetti diye bir yazarın varlığından ne de onun Körleşme adlı romanından haberim vardı.
Oğuz Atay'la hiç karşılaşmamıştım. Onu sadece Tutunamayanlar adlı romanından tanıyordum.
Bir öğlen vakti bağlanan telefonda karşıma Oğuz Atay çıktı. Söze derhal 'sen' diyerek başladı:
'Sen rakı içer misin?'
'Arada evet...'
'Peki hiç şalgam suyu ile birlikte içtin mi?'
'Hayır.'
'Güzel. O halde bu akşamüstü saat altıda Atlas Sineması'nın girişinde ol. Seni bir yere götüreceğim.'
Dediği saatte buluştuk. 'Bir yer' dediği, Ağa Camii'nden sapınca gidilen, 'kendin pişir kendin ye' tipi bir meyhaneydi. O güne kadar meyhanenin böylesine hiç gitmemiştim. Oturup etlerimizi seçtik. Daha doğrusu Oğuz Atay seçti. Benimle yıllardır tanışıyormuşuz gibi konuşuyordu. O güne kadar yaptığım çevirilerin neredeyse hepsini okumuştu. Bu arada şalgam suyu ile rakı da nefis gidiyordu. Bir ara çantasından Elias Canetti adlı bir Yazarın Auto da fe başlıklı romanını çıkardı. Canetti'nin -sonradan benim 'Körleşme' diye Türkçeleştireceğim- Die Blendung'unun İngilizce çevirisiydi. 'Bu romanın aslı Almanca. Ben İngilizce çevirisini bir solukta okudum. Şimdi sen en kısa zamanda romanın Almancasını getiriyorsun ve yine en kısa zamanda çeviriyorsun. Müthiş bir yazar, romanı da öyle!'
Emir büyük yerdendi. Kitabın Almancası gerçekten en kısa zamanda, Avusturya Kültür Ateşesi Prof. Hans E. Kasper'in değerli yardımlarıyla geldi. Kitabı okuduktan sonra benim de soluğum kesildi ve çevirmeye başladım. Ama ne yazık ki 'en kısa zamanda' çeviremedim. Zaten hayatımda herhangi bir kitabı 'zamanında' veya 'en kısa zamanda' çevirebilmiş değilim. Sevgili Oğuz Atay, tanışmamızdan sonra dostluğumuz hiç kesilmediğinden ve tadını hiç unutamayacağım sohbetlerimiz onun evindeki sofralarda da sürdüğünden, romanın çevirisi üzerinde ciddiyetle çalıştığıma tanık oldu; hatta bazı pasajların Türkçesini de okudu ve çok beğendi. Ama çevirinin bittiğini göremedi. Onu 13 Aralık 1977 günü kaybettik."
Ahmet Cemal tarafından yazılmış olan Körleşme'nin önsözünden alıntıladığım bu kısım pek çok sorunun cevabı olabilir aslında. Daha başlarken Oğuz Atay'ı "Sen ne güzel adamsın" diye anmak istiyorum. Aynı şekilde yakın zamanda kaybettiğimiz Ahmet Cemal'i de.
Kitabı bana öneren kişi de okumam konusunda ısrarcıydı. Oğuz Atay'ın çok sevdiği kitaplardan biri olması ve baş karakter Prof. Kien'in kitaplarına yönelik takıntısı önemli bir etken bunda şüphesiz. Benim takıntımın, kitapta anlatılan karakterin ulaştığı boyutlara ulaşması pek olası görünmüyor ama yine de bana düşünecek pek çok şey bıraktığı bir gerçek. Mükemmel bir kitap okudum ve hakkında bir şeyler yazmayı çok istedim. Bazı kitapları çok sevebilirsiniz, bazılarını daha da çok sevebilirsiniz ama çok az kitabın bitmesini istemezsiniz. İşte Körleşme o kitaplardan bir tanesi ve bazı detaylar oldukça dikkat çekici.
Ulysses ile mukayese edilecek kadar hatta ondan daha iyi olduğunu önemli insanlara düşündürecek kadar başarılı bir roman Körleşme. Nitekim yazarı olan Elias Canetti'nin de öldükten sonra, hayranı olduğu James Joyce'un yanına gömülmesi oldukça ilgi çekici. Oğuz Atay'ın romancılığını ve hayatını biraz incelemiş olan herkes Kafka, James Joyce, Dostoyevski, Nabokov, Shakespeare'den etkilendiğini bilir. James Joyce'un Ulysses'inin de Oğuz Atay için çok ayrı bir yeri vardır. Yazının başında alıntıladığım kısımdan anlayacağınız üzere bu denklemin içinde Elias Canetti ve Körleşme'nin yer alması doğal. Çünkü Elias Canetti de Kafka ve Dönüşüm'ünden, James Joyce ve Ulysses'inden, Dostoyevski ve Karamazov Kardeşler'inden etkilenmiş. Ama asıl detay ise insanlara, toplumlara, yıllara yön vermiş bu büyük romancılar ve romanlarıyla kıyaslanabilecek ve hatta daha iyi bir roman olduğunu düşündürebilecek bir eser Körleşme. Bu çok büyük saygı gerektiren bir sebepken diğer yandan beni düşündüren şey ise ülkemizdeki popülerliğinin bu büyük romanlardan oldukça geride kalmış olması.
Franz Kafka, Dönüşüm'ü yazdığı zaman 32 yaşındaydı. James Joyce, Ulysses'i 40 yaşında, Dostoyevski ise Karamazov Kardeşler'i 59 yaşında yazdı. Türk Edebiyatı'nın en büyük romancısı olduğunu düşündüğüm Oğuz Atay ise ilk ve aynı zamanda en büyük romanı kabul edilen Tutunamayanlar'ı 37 yaşında yazdı. Genelde böyle olur zaten. Yani demek istediğim yazarlar olgunluk çağlarına genellikle orta yaşlarda ulaşır ve önemli eserlerini de daha sonraki dönemde vermeye başlarlar. Şüphesiz ki istisnaları vardır ama biraz önce bahsettiğim yazarların bulunduğu ekoller genelde böyle olur. Yazdıklarını yazabilmek için hayatı iyice görmek, bilmek, anlamak, yaşamak gerekir. İnsanları da aynı şekilde elbette. 20'li yaşlarda bir gençlik romanı yazılabilir belki ama bu ekoldeki romanlar için biliriz ki 20'li yaşlar oldukça iddialıdır. Bana Körleşme ile ilgili en büyük şoku yaşatan detay ise Körleşme'yi yazdığı zaman Elias Canetti'nin 26 yaşında olması. 29 yaşındayım ve hayatımın önemli bir bölümü bir şeyler yazmaya çabalayarak geçti. Bu sürecin en önemli parçalarından bir tanesi okunmamasına ve ilgi görmemesine rağmen ısrarcı bir çabayla ayakta tutmaya çalıştığım bu blogdur. Başkaları için değil de sadece kendim için yazmaya başladığımdan beri de motivasyon kaybı yaşamıyorum artık. Bunun dışında deneme, öykü, günlük gibi pek çok tür denedim ve hâlâ yazmaya devam ediyorum. Ve bütün bunlardan sonra 26 yaşında bir adamın Körleşme gibi bir şaheseri yazabilmiş olmasını aklım almıyor, almıyor, almıyor. Bu bir yetenekten, bir romancı olmaktan, tarihin en iyi yazarlarından bir tanesi olmaktan çok daha fazlası. Bu bir mucize ve Canetti sadece bu detayla bile çok fazla övgüyü hak ediyor.
Kitabın içeriğine gelirsek, bir sinolog olan Kien, dış dünya ile bütün ilişkisini kesmiş ve sahip olduğu 25.000 kitabını takıntılı bir şekilde korumayı kendine amaç edinmiş bir aydındır. Dış dünyayla ilişkisi yoktur. Bütün dış dünyadan kendini soyutlamak için kimseyle mecbur kalmadıkça diyalog kurmayan, evinden dışarı çıkmayan, kitaplarından başka hiçbir şey düşünmeyen bir adamdır. Kitap ve hakkında yazılmış her yazıda "Kendi fildişi kulesine çekilmiş" şeklinde tasvir ediliyor bu durum ve mevcut durumda Sel Yayıncılık'tan çıkan ve benim de yazının görseli olarak kullandığım kitap kapağında tamamıyla kitaplık ve kitaplar ile çevrili bir alan görüyorsunuz. Söylemem gerekir ki bugüne kadar gördüklerim içerisinde görselini en çok beğendiğim ve en yaratıcı bulduğum kapak tasarımlarından biri. Evinde, mecburi olarak yapılması gereken işleri sekiz sene boyunca yapan hizmetçisi Therese, Kien'i kandırıp onunla evlenince Kien'in sarsılmaz fildişi kulesi ilk darbesini alıyor. Dokunulamaz olan hayatına dokunulmasıyla birlikte bütün tılsım bozuluyor ve sonraki süreçte Kien dış dünya ile bir araya geliyor. Kien'in "dışarısı" ile buluşması ise sıradan bir sürece gebe değil elbette. Farklı karakterler, farklı düşünceler, farklı sorgulamalarla devam eden bu süreçte Körleşme'ye hayran oluyorsunuz.
Dış dünyayla bağlantımı olabildiğince koparmaya çalıştığım ve koparamadığım kısımlarda da artık eskisi kadar mutlu olamadığım bir süreçten geçiyorum. Kitaplarıma olan takıntım da günden güne artmaya başladığı gibi bir kadınla mutlu olabilmekten de oldukça uzağım. Bunu çok iyi gözlemleyen ve bana bu kitabı öneren kişi Körleşme'yi bana önerdiğinde ve kitabı araştırdığımda bu kadar derin düşüncelere sürükleneceğimi düşünmemiştim. Kitapların zamanı olduğunu bilerek söylemem gerekir ki iyi bir zamanlama ile okudum. Kayıp Zamanın İzinde, Ulysses, Karamazov Kardeşler gibi romanlar için hep doğru zamanı bekledim. İçimden bir ses de bu kitapları okumak için 40 yaşına yaklaşmam gerektiğini söyledi. Bu romanlara giden süreçte daha çok okumalı, daha çok araştırmalı, daha çok bilmeliydim. Kısacası daha hazır olmalıydım. Bu geçiş sürecinde de Körleşme mükemmel bir basamak oldu benim için. Okumanız için size bugüne kadar en çok etkilendiğim romanlardan birini öneriyorum. Keyifle okumanız dileğiyle.
Ahmet Cemal tarafından yazılmış olan Körleşme'nin önsözünden alıntıladığım bu kısım pek çok sorunun cevabı olabilir aslında. Daha başlarken Oğuz Atay'ı "Sen ne güzel adamsın" diye anmak istiyorum. Aynı şekilde yakın zamanda kaybettiğimiz Ahmet Cemal'i de.
Kitabı bana öneren kişi de okumam konusunda ısrarcıydı. Oğuz Atay'ın çok sevdiği kitaplardan biri olması ve baş karakter Prof. Kien'in kitaplarına yönelik takıntısı önemli bir etken bunda şüphesiz. Benim takıntımın, kitapta anlatılan karakterin ulaştığı boyutlara ulaşması pek olası görünmüyor ama yine de bana düşünecek pek çok şey bıraktığı bir gerçek. Mükemmel bir kitap okudum ve hakkında bir şeyler yazmayı çok istedim. Bazı kitapları çok sevebilirsiniz, bazılarını daha da çok sevebilirsiniz ama çok az kitabın bitmesini istemezsiniz. İşte Körleşme o kitaplardan bir tanesi ve bazı detaylar oldukça dikkat çekici.
Ulysses ile mukayese edilecek kadar hatta ondan daha iyi olduğunu önemli insanlara düşündürecek kadar başarılı bir roman Körleşme. Nitekim yazarı olan Elias Canetti'nin de öldükten sonra, hayranı olduğu James Joyce'un yanına gömülmesi oldukça ilgi çekici. Oğuz Atay'ın romancılığını ve hayatını biraz incelemiş olan herkes Kafka, James Joyce, Dostoyevski, Nabokov, Shakespeare'den etkilendiğini bilir. James Joyce'un Ulysses'inin de Oğuz Atay için çok ayrı bir yeri vardır. Yazının başında alıntıladığım kısımdan anlayacağınız üzere bu denklemin içinde Elias Canetti ve Körleşme'nin yer alması doğal. Çünkü Elias Canetti de Kafka ve Dönüşüm'ünden, James Joyce ve Ulysses'inden, Dostoyevski ve Karamazov Kardeşler'inden etkilenmiş. Ama asıl detay ise insanlara, toplumlara, yıllara yön vermiş bu büyük romancılar ve romanlarıyla kıyaslanabilecek ve hatta daha iyi bir roman olduğunu düşündürebilecek bir eser Körleşme. Bu çok büyük saygı gerektiren bir sebepken diğer yandan beni düşündüren şey ise ülkemizdeki popülerliğinin bu büyük romanlardan oldukça geride kalmış olması.
Franz Kafka, Dönüşüm'ü yazdığı zaman 32 yaşındaydı. James Joyce, Ulysses'i 40 yaşında, Dostoyevski ise Karamazov Kardeşler'i 59 yaşında yazdı. Türk Edebiyatı'nın en büyük romancısı olduğunu düşündüğüm Oğuz Atay ise ilk ve aynı zamanda en büyük romanı kabul edilen Tutunamayanlar'ı 37 yaşında yazdı. Genelde böyle olur zaten. Yani demek istediğim yazarlar olgunluk çağlarına genellikle orta yaşlarda ulaşır ve önemli eserlerini de daha sonraki dönemde vermeye başlarlar. Şüphesiz ki istisnaları vardır ama biraz önce bahsettiğim yazarların bulunduğu ekoller genelde böyle olur. Yazdıklarını yazabilmek için hayatı iyice görmek, bilmek, anlamak, yaşamak gerekir. İnsanları da aynı şekilde elbette. 20'li yaşlarda bir gençlik romanı yazılabilir belki ama bu ekoldeki romanlar için biliriz ki 20'li yaşlar oldukça iddialıdır. Bana Körleşme ile ilgili en büyük şoku yaşatan detay ise Körleşme'yi yazdığı zaman Elias Canetti'nin 26 yaşında olması. 29 yaşındayım ve hayatımın önemli bir bölümü bir şeyler yazmaya çabalayarak geçti. Bu sürecin en önemli parçalarından bir tanesi okunmamasına ve ilgi görmemesine rağmen ısrarcı bir çabayla ayakta tutmaya çalıştığım bu blogdur. Başkaları için değil de sadece kendim için yazmaya başladığımdan beri de motivasyon kaybı yaşamıyorum artık. Bunun dışında deneme, öykü, günlük gibi pek çok tür denedim ve hâlâ yazmaya devam ediyorum. Ve bütün bunlardan sonra 26 yaşında bir adamın Körleşme gibi bir şaheseri yazabilmiş olmasını aklım almıyor, almıyor, almıyor. Bu bir yetenekten, bir romancı olmaktan, tarihin en iyi yazarlarından bir tanesi olmaktan çok daha fazlası. Bu bir mucize ve Canetti sadece bu detayla bile çok fazla övgüyü hak ediyor.
Kitabın içeriğine gelirsek, bir sinolog olan Kien, dış dünya ile bütün ilişkisini kesmiş ve sahip olduğu 25.000 kitabını takıntılı bir şekilde korumayı kendine amaç edinmiş bir aydındır. Dış dünyayla ilişkisi yoktur. Bütün dış dünyadan kendini soyutlamak için kimseyle mecbur kalmadıkça diyalog kurmayan, evinden dışarı çıkmayan, kitaplarından başka hiçbir şey düşünmeyen bir adamdır. Kitap ve hakkında yazılmış her yazıda "Kendi fildişi kulesine çekilmiş" şeklinde tasvir ediliyor bu durum ve mevcut durumda Sel Yayıncılık'tan çıkan ve benim de yazının görseli olarak kullandığım kitap kapağında tamamıyla kitaplık ve kitaplar ile çevrili bir alan görüyorsunuz. Söylemem gerekir ki bugüne kadar gördüklerim içerisinde görselini en çok beğendiğim ve en yaratıcı bulduğum kapak tasarımlarından biri. Evinde, mecburi olarak yapılması gereken işleri sekiz sene boyunca yapan hizmetçisi Therese, Kien'i kandırıp onunla evlenince Kien'in sarsılmaz fildişi kulesi ilk darbesini alıyor. Dokunulamaz olan hayatına dokunulmasıyla birlikte bütün tılsım bozuluyor ve sonraki süreçte Kien dış dünya ile bir araya geliyor. Kien'in "dışarısı" ile buluşması ise sıradan bir sürece gebe değil elbette. Farklı karakterler, farklı düşünceler, farklı sorgulamalarla devam eden bu süreçte Körleşme'ye hayran oluyorsunuz.
Dış dünyayla bağlantımı olabildiğince koparmaya çalıştığım ve koparamadığım kısımlarda da artık eskisi kadar mutlu olamadığım bir süreçten geçiyorum. Kitaplarıma olan takıntım da günden güne artmaya başladığı gibi bir kadınla mutlu olabilmekten de oldukça uzağım. Bunu çok iyi gözlemleyen ve bana bu kitabı öneren kişi Körleşme'yi bana önerdiğinde ve kitabı araştırdığımda bu kadar derin düşüncelere sürükleneceğimi düşünmemiştim. Kitapların zamanı olduğunu bilerek söylemem gerekir ki iyi bir zamanlama ile okudum. Kayıp Zamanın İzinde, Ulysses, Karamazov Kardeşler gibi romanlar için hep doğru zamanı bekledim. İçimden bir ses de bu kitapları okumak için 40 yaşına yaklaşmam gerektiğini söyledi. Bu romanlara giden süreçte daha çok okumalı, daha çok araştırmalı, daha çok bilmeliydim. Kısacası daha hazır olmalıydım. Bu geçiş sürecinde de Körleşme mükemmel bir basamak oldu benim için. Okumanız için size bugüne kadar en çok etkilendiğim romanlardan birini öneriyorum. Keyifle okumanız dileğiyle.