17 Mart 2016 Perşembe

Angel-a


















Canınızın film izlemek isteyip de ne izlemek istediğinizi bir türlü karar veremediğiniz zamanlarda ilacınız olacak bir film paylaşacağım sizinle. Filmimizin adı Angel-a. Bu aralar bir süredir yaptığım gibi güncel filmleri izlemek yerine geçmişten gelen açıklarımı ve meraklarımı kapama yoluna gitmiş durumdayım. Bu açıklardan bir liste yapsam Angel-a'yı da üst sıralara koyardım. Uzun süreli bekleyişimin sonunda nihayet izleyebildim ve çerezlik diye tabir ettiğim, iyi vakit geçirmek için izlenebilecek filmler kategorisine koyuyorum kendisini. Yazının içeriği az dozda spoiler içerecektir, okumadan önce bilmeniz de fayda var ama söylemek isterim ki spoilerı çok da kafaya takmanız gereken bir film değil. 

Angel-a bir Luc Besson filmi. 2005 yılında yapılmış ve başrollerinde kendine hayran bırakan güzelliği ile Rie Rasmussen ve Fransız oyuncu Jamel Debbouze var. André, Paris'te uçan kuşa borcu olan bir adamdır. Belalı adamlara borcunu ödeyemeyince intihar etmek için bir köprüden atlamaya karar verir. Tam atlayacağı sırada yine intihar etmek için hemen yanında duran Angela'yı fark eder. Angela ince, uzun boylu, güzel, seksi ve her şeyiyle son derece çekici bir kadındır. Angela, André'den önce kendini köprüden atınca, André de kendi derdinden vazgeçip Angela'yı kurtarmak için suya atlar ve kahramanlarımız tanışır. André, Angela'nın çok farklı bir kadın olduğu çok geçmeden anlayacaktır. Angel-a ismindeki harf oyunundan anlaşılabileceği üzere Angela bir melektir ve aslında André'yi kurtarması için ona gönderilmiştir.

Luc Besson'dan biraz bahsetmek istiyorum. Luc Besson, Léon efsanesinin yaratıcısıdır. Filmin hem yönetmen hem senaristliğini yapan Fransız yönetmen, 1994 yılındaki Léon filmiyle sinema tarihinin en özel işlerinden birine imza atmıştır. Jean Reno, hayat verdiği karakter yani Léon ile hem sinema tarihinin bugüne kadar ki en iyi katilini oynamış (evet No Country for Old Men'in Javier Bardem'inden daha iyi olduğunu düşünüyorum) hem de genel anlamda akıllarımızda en çok yer etmiş oyunculuklardan birine imza atmıştır. O dönemde henüz on üç yaşındaki Natalie Portman, Mathilda rolü ile adeta devleşmiştir. Psikopat polis Stansfield'ı canlandıran Gary Oldman da döktürmüş, popülaritesi bugünlerde bile zirvede gezinen, sonraları yüksek bütçeli ses getirmiş yapımlarda yer alan bu üç oyuncu kariyerinin zirvesini belki de Léon ile yaşamıştır. Benim için Fight Club çok özeldir ve açık ara favori filmimdir. İkinci olarak ise düşünmeden Léon'un ismini söyleyebilirim. Karakterleri, konusu, oyunculukları, müzikleri, replikleri, kapanış sahnesi ve bunun gibi bir sürü sebep ile son derece özeldir ve sinema tarihinin en kült filmlerinden biridir.

Luc Besson'ın 1990 yılı Nikita filminde Jean Reno'nun yine aynı tarz ve görüntü ile bir kiralık katil rolünde yer almasından dolayı Léon çoğu zaman Nikita'nın devam filmi niteliğinde anılmıştır ama izleyenler bilir ki Jean Reno'nun Nikita'daki rolü son derece kısıtlıdır. İzleyeli uzunca zaman oldu ama yanlış hatırlamıyorsam bir ya da iki sahnede kendisini görebilmiştik. Konusunun önceki filmden tamamı ile bağımsız olduğu bir filmi devam filmi olarak anmayı çok doğru bulmuyorum. Bu mantıkla Pulp Fiction'da Uma Thurman'ın restoran sahnesinde iptal olan projesinde dünyanın en iyi bıçak kullanan kadınını oynayacağından bahsetmesi de Kill Bill'i Pulp Fiction'ın devam filmi yapar. Filmi izlemek ise Luc Besson'ın Léon'u filmi çekmeden uzun süre önce tasarlamaya başladığı ile ilgili izleyiciye fikir vermektedir. Filmin ana karakteri olan Nikita ise o dönem Luc Besson'ın evli olduğu Anne Parillaud tarafından canlandırılmıştır. Nikita, bir suçlu iken devlet tarafından yetiştirilmiş eli silahlı bir ajana dönüşmüştür.

Besson'ın izlediğim son filmi de Lucy idi. Filmi berbat bulmuş olsam da elbette bir yere gelmek için size bunlardan bahsettim. "Güçlü kadın" imajını beyaz perdeye en iyi yansıtan kuşkusuz ki Amerikan Sineması ve biz bunu pek çok farklı formda gördük bugüne kadar. The Lord of the Rings'in Galadriel'i, The Dark Knight Rises'ın Catwoman'ı, Wanted'ın Fox'u - ki eli silahlı kadın konusunda Angelina Jolie'nin çok özel bir yeri olduğunu düşünürüm, filmleri arasında favorim Wanted olduğu için onu örnek verdim -  gibi pek çok farklı formlarda ve kulvarlarda izleyiciye sunulmuştur. Luc Besson ise bugüne kadar izlediğim bu dört filmi itibarı ile bahsettiğim bu güçlü kadın olgusuna en çok kafayı takmış isimlerden biridir. Nikita'da aciz bir suçlunun eli silahlı kusursuz bir ajana, Lucy'de çıtkırıldım bir kadının kimyasal ilaçlar ile doğa üstü süper güçlere sahip bir varlığa dönüştüğünü görürüz. Mathilda'da sevgisizliği ve ailesiyle ilgili problemleri ile var olmaya çalışırken yaşadıklarıyla intikam peşine düşen yaşının ötesinde bir kadına dönüşür. Filmlerdeki bu kadın karakterleri dönüşümü ise Angel-a'da biraz daha farklıdır. Angela, filmin başından beri farkını hissettirmiş bir kadındır. Luc Besson'ın güçlü kadın olayından tüm film boyunca nasibini alan Angela, intihar sahnesinde André'nin hayatını kurtarmasıyla başlayan süreçte, kanatlanıp uçana kadar ağırlığını hissettirir. Film boyunca esas oğlana vermeye çalıştığı mesajla daha ilk andan itibaren bütün sorunlarını kusursuz dokunuşlarla çözen Angela'nın hayran olunacak bir melek olduğunu anlamak uzun sürmez.

Angel-a'nın siyah beyaz olduğunu ve filme mükemmel bir hava kattığını belirtmeden geçmeyelim. Ayrıca pek çok filmin başrolünde yer alan Paris'in büyüsünü Angel-a ile tekrar yaşamanız da keyif verici olabilir. Yazının başında belirttiğim gibi ne izleyeceğinize karar veremediğiniz bir boşlukta güzel zaman geçirmek için Angel-a iyi bir film.

2 yorum:

  1. Ben bu filmi izlememişim, merak ettim. Leon gerçekten muhteşemdir. Taksi serisi de bunun değil miydi? Bence çok gırgır filmlerdir. Guy Ritchie filmlerini nasıl buluyorsun?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevil Teyzecim Taxi Serisi'nin senaristi Luc Besson yönetmenliğini yapmıyor, güzel seridir Hızlı ve Öfkeli ile beraber izleyip izleyip yıllarca araba kullanmanın öyle bir şey olduğunu hayal ettirdiler bize :)

      Guy Ritchie'nin son filmi The Man from U.N.C.L.E. hariç tüm uzun metrajlılarını seyrettim ben ve ilk filmi Lock,Stock and Two Smoking Barrels da favori filmlerinden biridir. Farklı bir adam o da ve çok beğendiğim yönetmenlerden biridir.

      Sil