29 Ekim 2012 Pazartesi

Blue Valentine


















Üst üste iki günde ikinci filmi yazıyorum. Combo yapıyorum hacı ona göre. Dediğim gibi çok özlemişim buraları. Blue Valentine'i seyrettim az önce ve bloga yazmadan olmazdı açıkçası. Farklı bir film olmuş. İzlemek için birçok programı ertelemeye değecek kadar farklı olmuş. Twitter'da irtibat hâlinde olduğum bir sinemaseverin kullandığı hesabın adı da Blue Valentine ve görüşlerine değer verdiğim biri olarak boş yere filmin adını hesabının ismi olarak kullanmaz diye düşünüyordum. Kendisine buradan film için teşekkürlerimizi iletmeyi ihmal etmeyelim. O zaman ne yapıyoruz? Çok uzatmıyoruz ve filme geçiyoruz.

Film 2010 yılında yapılmış. Yönetmenliğini daha önce herhangi bir filmini seyretmediğim Derek Cianfrance yapıyor. Kendisi aynı zamanda filmin senaristlerinden de bir tanesi. Başrollere gelince, Michelle Williams ve son dönemin en popüler aktörlerinden Ryan Gosling'i görüyoruz. Ryan Gosling'i daha önce yazdığım Drive filminin dışında The Ides of March, The Notebook gibi filmlerden hatırlamak mümkün. Michelle Williams'ın Blue Valentine ile birlikte Oscar'a aday olduğunu da söylemeden geçmeyelim.

Senaryoya gelince bir çiftin ilişkisine odaklanmış diye özetlemek mümkün. Dean(Ryan Gosling) ve Cindy(Michelle Williams) çok normal olmayan şartlara rağmen evlenmişlerdir ve aradan geçen yıllar sonunda işler pek iyi gitmemektedir. Geçmişinden çok fazla kurtulmayı başaramamış bir kadın, alkol ve sigara ile arası oldukça iyi olan bir erkek ve ikisinin birden çok sevdikleri küçük bir kız çocuğu vardır ortada.

Notlarıma gelirsek, Gosling ve Williams'ın rollerine çok iyi adapte oldukları kesin. Ryan Gosling çok büyük bir hızla özel bir aktöre dönüşüyor ve farklı rollerin altından kalkabildiğini görebiliyoruz artık. Filmde ki rolüne de harika oturmuştu ama en son izlediğim Drive filminden sonra Blue Valentine'de oynadığı karakter oldukça farklıydı. Örnek olarak Blue Valentine'de Gosling'i ağlarken görmeniz mümkün. Drive filmindeki karakter düşünüyorum ve ağlamak kelimesiyle yan yana getirmek bile imkânsız gibiydi.

Gosling'ten öte Michelle Williams inanılmaz oynamış rolünü. Hayatın üzerinde bıraktığı izleri yıllar sonra bile taşıyan kadın olarak harika bir performans çizmiş ve nitekim Akademi de kendisini Oscar'a aday yaparak bu performansı gözden kaçırmadığını göstermiş. Hem Gosling hem de Williams'ı özellikle kavga ettikleri ve tartıştıkları sahnelerde dikkatle takip edin derim. 

Filmin diğer detaylarına gelince, çok fazla müzik kullanılmış olmaması çok iyi olmuş. Bu şekilde anlık tepkiler, yani hıçkırıklar, ağlarken burun çekmeler, iç geçirmeler, kısacası insana ait sesler çok daha iyi yansıtılmış ve bu durum filmin dokunaklı olma seviyesini bir kat yukarı çekmiş. Flashbackler ise bugüne kadar gördüklerim içinde filmin senaryosu ile en uyumlu olanlardan bir tanesiydi. Bir ilişkinin öncesini ve sonrasını, iyi zamanlarını ve kötü zamanlarını, mutluluklarını ve mutsuzluklarını bu flashbackler sayesinde yönetmen müthiş yansıtmış. Bu zaman geçişi, Gosling'in saçları ile de çok güzel aksedilmiş diyebilirim. Ryan Gosling'in saçları bile zamana karşı koyamamış kısacası.

Filmin konusu biraz klişe sayılabilir aslında. Spoiler vermemek adına bundan bahsetmeyeceğim ama âşık olduğu kız için önemli fedakârlıklar yapabilecek bir erkek dünyanın her yerinde, her ülke edebiyatında var sanırım. Kültürler değişse bile mantalite pek değişmiyor bazı konularda. Bu fedakârlığın ne olduğunu ise filmi izleyip görün derim. Ama her zaman dediğim gibi her yeni film için yeni bir senaryo yaratmak kolay değildir. Yani klişeler iyi işlendiğinde film değerinden bir şey kaybetmez ki Blue Valentine'i çok iyi yapabilecek çok fazla ayrıntı mevcut. Bunların bir kısmından bahsedebildim, bazılarından ise spoiler vermemek adına uzak durmak zorunda kaldım. Sonuç olarak, Blue Valentine ilişkilere dair çok güzel bir film olmuş. Bir ara kendinize bir iyilik yapın ve bu güzel filmi seyredin derim. İyi seyirler şimdiden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder