The Rum Diary aslında çok öncelerden hayata geçmesi gereken bir film projesiydi. Tam emin değilim ama altı yedi yıllık falan bir hikâyesi mevcut olsa gerek. Çok daha önceleri Hunter S.Thompson tarafından yazılmış bir kitap aslında The Rum Diary. Sinemaya uyarlanacağı öğrenen okurlar, oldukça heyecanlanmışlar ilk duydukları zaman. Fear and Loathing Las Vegas'ın(izleyemediğim nadir Depp filmlerinden bir tanesi) tarzında olduğunu duyan takipçiler, çok eğlenceli bir film olacağına dair uzun süreli bir beklentiye girmişler. Bu bahsettiğim konular, çok hakim olduğum gerçekler değil. İşin aslı bu filmi izleme sebebim tamamen Johnny Depp hayranlığımdan kaynaklanıyor. Depp'in bütün filmlerini aylar öncesinden merakla beklediğim gibi, bir süredir The Rum Diary'i de merakla bekliyordum. Nitekim vizyona girdiği ilk gün gidip sinemada izledim filmi. Sonuç ise beklentilerimi karşılamaya yetti diyebilirim.
Filmin yönetmeni Bruce Robinson. Robinson, 1970'li yılların popüler oyuncularından bir tanesiymiş. Yönetmen olarak ise aslında çok elle tutulur bir geçmişi yok. Nitekim The Rum Diary, 1992 yılında yönettiği Jennifer Eight filminden bu yana ilk denemesi. Kitaptan uyarlama bu senaryoyu da Robinson kaleme almış. Filmin başrollerine baktığımız zaman Johnny Depp, Aaron Eckhart, Amber Heard gibi isimleri görüyoruz. Depp, aynı zamanda filmin yapımcılarından.
Senaryoya gelirsek, Paul Kemp(Johhny Depp) Amerikalı bir gazetecidir. Farklı bir tecrübe için Porto Riko'ya giderek küçük bir gazetede çalışmaya başlar. Bu sıra dışı yerde hayatı farklı bir şekle giren Kemp, kendisiyle çalışmak isteyen bir iş adamı olan Sanderson'la(Aaron Eckhart) tanışır. Sanderson'ın sevgilisi olan Chenault(Amber Heard), Kemp'i etkileyince işler oldukça karmaşık bir hâl alır. Hayat tarzı ve insanları çok farklı yeni bir yer, karanlık bir iş adamı, güzel bir kadın... Gerisi seyirlik zaten.
Johnny Depp'in Al Pacino'dan sonra favori aktörüm olduğunu birçok yakın arkadaşım bilir. Bir dönem filmleri üzerine oldukça yoğunlaşmıştım ve geriye izlemediğim çok az filmi kaldı. Son dönem filmlerininin içinde de sadece Alice in Wonderland'i izleyemedim henüz. Arizona Dream ve Pirates of Caribbean Serisi favorilerim arasında yer alıyor ama son dönem filmlerinin beklenen seviyede olduğunu düşünmüyorum. Public Enemies, The Tourist beklentilerimi karşılayamayıp hatta beni hayal kırıklığına uğratmayı başarmış birkaç örnek. Son dönem filmlerinin arasında en keyif aldığım filmdi The Rum Diary. Bunun Johnny Depp dışında özel bir sebebi daha var elbet ve birazdan bahsedeceğim bu konudan.
Gelelim esas konumuza. Beni bilen bilir ki Porto Riko hassas bir konudur benim için. Aslında hassas bir konu yerine aşil topuğumdur desek "cuk" oturur tabiri yerine. Şu hayalperest Porto Riko aşkım nereden geliyor aslında ben bile bilmiyorum. Hani mekânın adı Porto Riko ne kadar kötü bir yer olabilir ki kesinlikle mükemmel bir yer olmalı gibi saplantılı düşüncelerim mevcut. Bu hayalle alakalı herhangi bir sohbete girmediğim birileri kaldı mı çevremde emin değilim. Bucket List diye bir film var(izlemediyseniz vakit kaybetmeyin o ayrı konu), hani iki ihtiyar(Bu iki ihtiyar Jack Nicholson ve Morgan Freeman) yapmak istedikleri şeyleri liste yapıyorlardı falan. Benim Bucket List'im de şöyle aslında;
1 - Porto Riko'ya gitmek
2 - ...........
3 - ...........
..
.
Bilmem anlatabildim mi?
Kısacası ortada yazmaktan hoşlanan bir adam, Johnny Depp, Porto Riko gibi faktörler var. Benim bu filmi beğenmeyip, tarafsız bir açıdan değerlendirme yapmam mümkün mü? Elbette değil. Ama size tarafsızca şunu söyleyebilirim ki gerçekten eğlenceli bir film olmuş The Rum Diary ve sadece biraz eğlenmek için bile gidip seyredebilirsiniz. İyi vakit geçireceğinize emin olabilirsiniz. Söylemek istediğim son bir şey daha var: Amber Heard... Sen neymişsin be ablacım. Bu kadar güzel miydin sen?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder