Tam anlamıyla Kaybedenler Kulübü tadında yaşadığım son birkaç günün üstüne uyumak için yatağıma uzanmıştım ki uyuyana kadar bana bir film eşlik etsin istedim. Genelde film izlerken uyumak istemememe rağmen inceden uyuklar dururum. Bugün ise uyumak için bir film açtım ve sonuna kadar sevgili uykum gelmedi de gelmedi. Özellikle yavaş ilerleyen, romantik ve izlediğim bir film olsun istedim. My Blueberry Nights'ı seçtim. İşin aslı favorilerimden bir tanesidir My Blueberry Nights. Bu filmi çok sevdiğimi söylediğim birinden "Bırak abi ya kız filmin başından sonuna kadar pasta yiyor başka bir olayı yok." diye bir tepki almış ve tartışmaya girmemek için kendimi zor tutmuştum. Güzel Türkçeme "Benim Aşk Pastam" diye çevrilen filmin tam karşılığı sanırım "Benim Yabanmersinli Gecelerim" tadında bir şey oluyor. Bu dil geyiğini neden yaptığıma dair ise hiçbir fikrim yok. Kasıtlı olmamakla birlikte günün anlam ve önemine yakışan bir film olduğunu belirtmek isterim. Bu arada film birden fazla kez izlediğim sayılı filmlerden deyip ayrıntılara geçiyorum.
Film 2007 yapımı. Yönetmenliğini Uzak Doğulu yönetmen Kar Wai Wong üstlenmiş. Kendisi aynı zamanda senaristlerden bir tanesi. My Blueberry Nights'ın oyuncu kadrosu ise bir hayli dikkat çekici. Esas kızımızı oynayan Norah Jones(kendisinin ilk oyunculuk denemesi ve aslında tek sayılabilir)'a Jude Law, Natalie Portman, Rachel Weisz, David Strathairn gibi isimler eşlik ediyor. Filmin müzikleri de Norah Jones'a ait ve çok başarılı bulduğumu söylerken pek zorlanmıyorum.
Senaryoya gelirsek, Elizabeth(Norah Jones) sevgilisi tarafından aldatılmış ve bunu öğrenince soluğu bir pasta dükkanında almıştır. Buranın sahibi olan Jeremy(Jude Law) ile yabanmersinli turta ve ilişkiler üzerine güzel bir muhabbete başlayan Elizabeth bir gün evinin anahtarını(filmde anahtarlar üzerine işlenmiş güzel bir tema var) Jeremy'ye bırakır ve ülke turu yapmaya başlar. Amacı aşkın ve ilişkilerin anlamını öğrenmek ve para biriktirip bir araba satın almaktır. Tanık olduğu her yeni ilişki tanımı için ise Jeremy'e bir kart atar. Bazı şeylerin kağıt üzerinde daha güzel durduğuna inanan Elizabeth'in kart attığı sevgili arkadaşı Jeremy'nin durumu Elizabeth'ten çok farklı değildir. Dükkanına adını verecek kadar çok sevdiği bir kız tarafından terk edilmiştir. Elizabeth'in gezisi sırasında karşısına çıkan Arnie(David Strathairn), Sue Lynne(Rachel Weisz), Leslie(Natalie Portman) gibi isimler ise hayatına yeni anlamlar katacaktır.
Eğer "Aşk filmi" diye bir tabir varsa - ki bence olmamalı çünkü çok eğreti duruyor - izlediğim aşk filmleri arasında en beğendiğim filmdir My Blueberry Nights. Çünkü olayı diğer filmlerden biraz farklı. Sonuçta ileride pastane açma hayali olan biri olarak esas oğlanın pastacı olması, esas kızın aşkın anlamını aramak için ülkeyi gezmesi ve yeni insanlarla tanışıp bir şeyler öğrenmesi bence fark yaratan unsurlar. İkili diyaloglar son derece başarılı. Film, mükemmel replikler barındırıyor ve bunlardan bir tanesi benim bugüne kadar duyduklarım içinde en iyilerinden. Repliğimiz "How do you say goodbye to someone you can't imagine living without?" cümlesinden oluşuyor. İngilizce bilmeyenler için "Onsuz yaşayacağınızı hayal edemediğiniz birine nasıl hoşçakal dersiniz?" şeklinde çevrilmesi mümkün.
Oyunculuklar ise çok dikkat çekici değil. Norah Jones dahil herkes belli bir standartı yakalamış. Ama bunlardan bir tanesi kendi fikrimce bir hayli ön plana çıkıyor. Rachel Weisz tek kelimeyle döktürmüş. Özellikle barda sarhoş olduğu sahneye dikkat diyorum. Natalie Portman'ı güzelliğini çok beğendiğimi söyleyebilirim ve gördüğüm en güzel hali My Blueberry Nights'taydı. Son olarak müziklere adapte olmaya çalışın gibi bir öneride bulunabilirim sizlere.
Bu aralar çok düşündüğüm bir konu var. Dediğim gibi pek çok şey üst üste geldi ve düşünmek için çok fazla nedenim ve zamanım var. Hiç aşık olmamış biri olarak şu soruyu kendimize ve birbirimize bir kez daha sormakta fayda görüyorum: Filmlerdeki gibi aşklar var mı, yok mu?
Eğer "Aşk filmi" diye bir tabir varsa - ki bence olmamalı çünkü çok eğreti duruyor - izlediğim aşk filmleri arasında en beğendiğim filmdir My Blueberry Nights. Çünkü olayı diğer filmlerden biraz farklı. Sonuçta ileride pastane açma hayali olan biri olarak esas oğlanın pastacı olması, esas kızın aşkın anlamını aramak için ülkeyi gezmesi ve yeni insanlarla tanışıp bir şeyler öğrenmesi bence fark yaratan unsurlar. İkili diyaloglar son derece başarılı. Film, mükemmel replikler barındırıyor ve bunlardan bir tanesi benim bugüne kadar duyduklarım içinde en iyilerinden. Repliğimiz "How do you say goodbye to someone you can't imagine living without?" cümlesinden oluşuyor. İngilizce bilmeyenler için "Onsuz yaşayacağınızı hayal edemediğiniz birine nasıl hoşçakal dersiniz?" şeklinde çevrilmesi mümkün.
Oyunculuklar ise çok dikkat çekici değil. Norah Jones dahil herkes belli bir standartı yakalamış. Ama bunlardan bir tanesi kendi fikrimce bir hayli ön plana çıkıyor. Rachel Weisz tek kelimeyle döktürmüş. Özellikle barda sarhoş olduğu sahneye dikkat diyorum. Natalie Portman'ı güzelliğini çok beğendiğimi söyleyebilirim ve gördüğüm en güzel hali My Blueberry Nights'taydı. Son olarak müziklere adapte olmaya çalışın gibi bir öneride bulunabilirim sizlere.
Bu aralar çok düşündüğüm bir konu var. Dediğim gibi pek çok şey üst üste geldi ve düşünmek için çok fazla nedenim ve zamanım var. Hiç aşık olmamış biri olarak şu soruyu kendimize ve birbirimize bir kez daha sormakta fayda görüyorum: Filmlerdeki gibi aşklar var mı, yok mu?
Hayalini kurabildiğin her şey vardır..
YanıtlaSilYok... Onlar sadece senaristlerin, yazarların hayal güçlerinin ürünü.. Filmlerdeki gibi aşklar o yüzden bırak gerçek olmayı sadece hayal olmaktan öteye geçemiyor.. Ama sen yine de ümidini kesme, belki sana öylesi denk gelir..
YanıtlaSilUmut fakirin ekmeği diyorum o vakit :)
Silöncellikle bu yorumu yayınla diye yapmıyorum bu benim sana ulaşma şeklim çünki birinin seni uyandırması lazım. her nese. (başka bi anonim daha varmış onunla bir bağlantım yok anonim olarak yazmamın tek sebebi kim olduğumun değil söyleyeceklerimin önemliliği umarım istenilene ulaşır) şimdi dostum sen naptın bana kalırsa mutluluğu hak etmeyen birisin. bir başka yazında da insanları bırakmandan falan bahsetmişsin ama genel olarak ele aldığımda yazılarını şimdi hiç hayırlara gerek yok senin aklında biri kalmış işte. sadece kendine itiraf edip peşinden gidebilecek kadar cesur değilsin. sen sonradan tekrara kavuşmaları seviyorsun.seçtiğin filmlerde apaçık. madem öyle bu aşamayı hızladırıp bu ruh halinden yazdığın bazı şeylerden kurtulsana. sen naptın mükemmeli falan mı bitirirdin? niye? fırsatlar insanın karşısına bir kere çıkar.ilkinde elinin tersiyle ittiysen ikincisini sen yaratmalısın. ya allah aşkına saçma sapan duygulara falan kapılıp yazma git sana "her şeyi" verebilecek olana! ilkinde elde etmiştin, 2.de de yapabilirsin tek fark bu sefer kendinden emin gitmelisin ona. içimden bi ses bunları boşuna yazıyosun diyo ama umarım seni kendine getirr bi otur bi düşün. kaçırdıkların çok daha fazla. boş yaşamışın
YanıtlaSilps: izleyiicilern ya da twitterda takipçilerin arasında yokum uyan şu uykundan hayatından kaçıyo farkında değilsin niye mükemmeli yaşayamaki? bu yoruma bir şey söylemek istiyorsan twitterda ima et ben anlarım. sevgiyle demek isterdim ama hak etmeyen birine söylemek çok anlamsız o yüzden O'nunla kal orhun gencosmanoglu, O'nunla. bu da sen kabullenene kadar senin lanetin...
kimsin sen ?
Sil"yapmam dediğin bi şeyi onun için yapıyosun ve en sonunda yine mutlu olan o,yine yalnız ve arkadan bakan sen."belki de sırf bu cümleyi kuracak kadar anlayabildiğinden insanları,(mutluluğu hak edip etmemek de değil mesele biliyorum,biliyosun.biz onlarla mutsuzluğa da var oluruz)o'nunla olmayı hak ediyosun.kağıtta daha güzel dururdu ama bu gecelik sanal olsun.öperim:)
YanıtlaSilhep uzaktan bakarak, hep uzaklardan bakarak... Buldun yakışıklı çocuğu öpersin tabi :)
Sil