28 Şubat 2016 Pazar

Tehlikeli Oyunlar


















Üniversite hayatımın kısa bir döneminde tam bir kitap kurduydum, Paul Auster'a kafayı takmıştım, yalayıp yutuyordum bütün kitaplarını. O dönem dışında, kitap kurdu olmasam bile elimde okuyacak bir şeyler mutlaka oldu. Kaba bir hesapla üç yüz civarı kitap okudum bugüne kadar. Babalar ve Oğullar, Ay Sarayı, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Veciz SözlerTutunamayanlar bu yüzlercesi içinden en sevdiklerimdir. Her ne kadar Tutunamayanlar zaafımdan ötürü içim kan ağlasa da bugüne kadar okuduğum en güzel kitaptan size bahsetmek için buradayım. Oğuz Atay ile ilgili izlenimlerimi ve farklı detayları da harmanlayarak size aktaracağım uzunca bir yazı olacak. Daha önce hiçbir yazıya bu kadar emek vermemiş, bu kadar enine boyunu düşünmemiş, bu kadar uğraşmamıştım. Arkanıza yaslanıp, anlatacaklarımı sindirerek okumanızı diliyorum.

Tutunamayanlar zaafımı bilirsiniz, en sevdiğim romandır, hatta buna başucu kitabı diyorlar. İlk paragrafta bulunan Tutunamayanlar linkine tıklayarak kitap ile ilgili yazımı da okuyabilirsiniz. Eğer ben o yazıyı bugün yazmış olsaydım emin olun çok daha farklı anlatırdım her şeyi. Günseli'den bahsederdim mesela, onun aslında Sevin Seydi olduğunu, Turgut'un karısıyla ilişkisinden bahsederken yaptığı tespitlerin aslında Oğuz Atay'ın mutsuz evliliklerinden yansımalar olduğunu söylerdim size. Bütün o yalnızlığının arkasında onu mutlu edebilecek imkansız bir aşkı varmış belki de derdim. İlk Oğuz Atay deneyimimdi ve ben gerçekten onu anlatmak için fazla çaylaktım yani çaylakmışım. Ondan bahsetmek için onu daha fazla okumak, daha fazla araştırmak, daha fazla anlamak gerektiğini şimdi o kadar iyi anlıyorum ki. Yaklaşık beş sene oldu okuyalı ve daha sonraları Korkuyu Beklerken ve Günlük'ü de okudum. O günden bugüne insanlara okumalarını tavsiye ettim hatta kimilerine ısrar da ettim ama bir arkadaşım dışında kitabı bitirmeyi başaranlardan kimse beğenmedi. Abartıldığını düşünenler oldu, "bu ne be" diyenler oldu, "sen ne anladın bu kadar kötü bir kitaptan" diyenler bile oldu. Neyse ki içlerinden birisi, en az benim kadar etkilendi, Günseli'den bahsettiği yerleri okurken ağlayacak kadar etkilendi üstelik. Bir daha kimseye önermek yok, bırakın zaten Oğuz Atay da bizimle kalsın, ne hâliniz varsa onu görün.

Oğuz Atay'ın babası milletvekili imiş. İTÜ İnşaat Fakültesi'nden mezun bir mühendis kendisi. Uzaktan bakıldığı zaman iyi bir hayatı var gibi görünüyor. Bunu hatırlatmamın sebebi ise iyi bir hayatı varmış gibi görünen bir adamın bize sunduğu Selim Işık, Turgut Özben, Hikmet Benol gibi karakterleri nasıl var ettiği ile ilgili merakım. Aklıma gelen şey ise kendi içselliğinde fırtınalar koptuğu ve dünyaya baktığı pencereden dünyayı her an fırtınalar içinde gördüğü. Aslında ben genç yaşta amansız bir hastalığa yakalanıp ölmesinin altında bile bu sebeplerin olduğunu düşünüyorum. Ne isterdim biliyor musunuz onu çok yakından tanıyan birisinin bana onu anlatmasını. Özge Atay mesela, kızı yani, babasının mektuplarını okumuştum günlükte. Yazım yanlışlarından bahsediyordu. Birden Oğuz Atay'ı okuttuğum bir arkadaşımın bu kitap yazım yanlışı dolu dediği geldi aklıma. Yazım yanlışı değil onlar. Onlar yazının ve Türkçe'nin bizden çok üstün olan tehlikeli oyunları sadece. Kelimeleri kullanan değil de onlarla dans eden bir adam düşünün. Ne olacaktı yani bağlaç olan ki ayrı yazılmış mı diye dikkat ederek mi okuyacaktık ya da virgülün doğru yerde kullanıp kullanılmadığına mı bakmalıydık... Özge Atay'ın anlatacak bir şeyleri mutlaka vardır ama belki de en iyi Sevin Seydi anlatırdı ya da Vüs'at Orhan Bener. Kısmet işte daha önceleri doğmalıydık belki de. 

Sosyal medya olgusunun hayatımıza girmeye başladığı dönemle birlikte Oğuz Atay'ın popülerliği arttı elbette. Dolayısıyla insanlar merak etti, okumak istedi, kimisi becerdi kimisi ise beceremedi. Benim Oğuz Atay ile tanışmam ise çok daha önceleri farklı bir hikâyeye dayanıyor ve bundan Tutunamayanlar'ı yazarken bahsetmiştim. İlk olarak Turgut Özben'in hayali arkadaşı Olric (acaba Olric diye mi yoksa Olrik diye mi okunuyor ben niyeyse Olric'i tercih ediyorum) paylaşımları ile başlayan şu popülerlik mevzusu daha sonraları Oğuz Atay'ın kitap cümlelerinin paylaşımı ile iyice arttı. Kitaplarında benim de altını çizdiğim bölümleri düşünürsek bu da gayet normal. Pek çok yazar kitaplarında selam edip saygı duruşunda bulundu kendisine ki  Barış Bıçakçı da bu yazarlardandır. Yazarın farklı tarzı, bizim kültürümüzün alışkın olmadığı boyuttaki toplum eleştirisi, kuşak çatışması, birey olma olgusu gibi konular herkesi etkilemiş durumda. Bunun iki boyutlu olduğunu düşünüyorum: anlattıkları bizim toplumumuza ait ama batılı hikâyeler. Kuşak çatışması, birey olma, kendi istekleriyle var olma durumları batıda çokça ele alınmıştır ve arabesk kültürün etkisiyle ülkemizde iyi örnekleri karşımıza pek çıkmaz. Oğuz Atay'ın yaptığı şey ise bana bu toplumda da birinin bunları çıkıp çatır çatır anlatabileceğini göstermesi.

Oğuz Atay, resim ve edebiyat gibi yönelimleri olmasına rağmen babasının baskısıyla mühendis olmuştur. Aslında bu baskıdan ve kuşak çatışmasından nasibini yeterince almış olduğunu son günlerinde hasta yatağında iken Özge Atay'a yazdığı mektupta Turgenyev'in Babalar ve Oğullar'ını okumasını istemesinden anlayabiliriz. Benim de favori kitaplarımdan biridir ve kızına "bitirince konuşuruz" demesinden ne demek istediğini anlar gibiyim. Ömrü vefa etmemiş ve maalesef o konuşma hiç yapılamamıştır. Babasının baskısı, bulunduğu ortamlara yabancılaşma, toplumun ve çevrenin "erkek olma" fikirlerinden uzak olma durumlarını yaşamıştır. Başarılı bir öğrenci olarak önce lise, sonra üniversiteyi bitirmiş, askerliğini yapmış, işe girmiş (mühendis olarak) ve evlenmiştir. Yani her şey olması gerektiği gibi ilerlemiştir. Bütün bunlardan rahatsız olmuştur çünkü istediği bu değildir ve Tutunamayanlar'da Selim Işık bu durumdan şöyle bahseder: "Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler... Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler. Ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım."

Selim Işık bir tutunamayandır ve Oğuz Atay daha sonraları evleneceği Pakize Kutlu'ya verdiği röportajda Selim'in tutunamayanların bir bileşkesi olduğunu, intihar eden arkadaşı Ural gibi, kendi gibi tutunamayanlardan alıntılar olduğunu söylemiştir. Toplumun istekleri doğrultusunda yaşamaya zorlanmış ama bunu doğru bulmamış, bunu hep sorgulamış, istemediği hâlde insanların olması gereken şeklinde kabul ettikleri bu düşüncelerini kabullenmek istememiştir. Korkuyu Beklerken'de ayak uyduramadığı düzenden bahsetmiştir. Hep biraz daha tutunamamıştır, her şey her seferinde biraz daha zordur. Babasına yazdığı gönderilmemiş mektubunda adeta dünden bugüne onunla hesaplaşır; "Beni rahat bırakmalıydın, senin sevdiğini sevmek zorunda değildim, senin istediğini yapmak zorunda değildim, seninle ben aynı değiliz, bunu kabullenmek bu kadar zor muydu?" der gibiydi sanki. Adam çok yorgun ölmüş; düşünmekten yorulmuş, anlatamamaktan yorulmuş, ayak uydurma çabasından yorulmuş, tutunamamaktan yorulmuş...

Gelelim Tehlikeli Oyunlar'a. Tutunamayanlar'ı bitirdiğim zaman Oğuz Atay'ın her romanını okumaya karar verdiğim zamandı. Geçen sene okumuştum Tehlikeli Oyunlar'ı aslında ama kitapların mevsimi vardır ve etkisini tam anlamıyla hissetmek için doğru zaman ve doğru ruh hâlini bulmak gerekir. Zamanlama yanlıştı nitekim ben de bir şey anlamamıştım. Birkaç hafta sonra Tehlikeli Oyunlar'ı tiyatroda izleyeceğim ve hemen önce kitabı tekrar okumaya karar verdim. Bitirmekten ödüm koptu Tutunamayanlar'dan daha çok seveceğim diye ve her ne kadar kendime itiraf etmek zor olsa da sanırım korktuğum başıma geldi. Bir sene önce beni kitabı okuma noktasına getiren en önemli sebeplerden biri ise şu an yayınlanmakta olan bir televizyon dizisi. Son dönemlerdeki Poyraz Karayel mevzusu malumunuzdur. Adil Topal karakteri diziye dahil olduğundan beri -yani son birkaç bölüm- ağır saçmaladıklarını ve dizinin neredeyse her anının mantık hatalarıyla dolduğunu bir yana bırakırsak fikrimce bu ülkede yapılmış en iyi dizilerden bir tanesi. Dizinin temasında ise Tehlikeli Oyunlar başrolde olmak üzere Oğuz Atay var. Dizinin henüz ikinci bölümünde Ayşegül'ün Tehlikeli Oyunlar'dan okuduğu ve Poyraz'ın ezberinden tamamladığı bir pasaj ile başlayıp halen devam eden bir süreç söz konusu ve son bölümde de Korkuyu Beklerken'e derin bir selam gönderdiler. Dizideki albay hayali, Ümran karakteri ve onun ödev için Poyraz'dan yardım isteyen oğlu, Poyraz'ın ödevlere yardım ederken "ülkemiz" şeklinde başlayan tiyatral yardımları, I.Poyraz-II.Poyraz muhabbeti gibi detaylar Tehlikeli Oyunlar temasına dayanıyor. Yazara ve kitaplarına da sık sık selam etmeyi hiç eksik etmiyorlar ve bence hakkını da veriyorlar. Bir ara dizinin kapanışında Özge Atay'ın ismini de görmüştük muhtemelen danışman olarak yardımcı oldu.

Dosteyevski, Kafka ve Shakespeare kitabın yazarı Oğuz Atay'ın etkilendiği isimlerden birkaçı. Dostoyevski ve Kafka'dan etkilenmemiş kaç tane yazar var o da ayrı bir konu, çok büyük adamlarmış, çok büyük iş yapmışlar. Tehlikeli Oyunlar ile ilgili olarak Oğuz Atay'ın Nobakov'un Solgun Ateş'i ve Shakespeare'in eserlerinden etkilendiği söylenir. Anlatımın tiyatral boyutu Shakespeare ile ilgili ipucu veriyor zaten. Hatta kitabın on beşinci bölümü olan "En Büyük Hazinemiz Aklımızdır" kısmında yazar Gogol, Kant ile birlikte Shakespeare'e de selam gönderiyor. Shakespeare'in altı eserini askerdeyken okumuştum, enteresandır Solgun Ateş'i de yine askerdeyken okumuştum. Shakespeare'i tam anlamıyla anlayabilmek için okumaktan çok daha fazlasına sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. Dilini, dönemini, kültürünü çok iyi bilmeli ve kendi dilinden okunmalı izlenimi yaratmıştı bende. Aynı şeyi sanatın başka bir dalı olan sinemada da Tarkovsky için düşünüyorum. Bu aralar Tarkovsky izliyorum, hatta Stalker'ı henüz izledim ve çok beğendim. Fakat Tarkovsky'nin de ne anlattığını tam olarak anlayabilmek için aynı şekilde o kültüre, o döneme, o dile hakimiyet gerekli. Aslında Oğuz Atay da böyle bir adam. Bu ülkede yetişmemiş, bu ülkede yoğrulmamış, hatta onun yaşadığı sosyal çevrenin paralelliğinden uzak bir yerlerde bulunmuş birinin Atay'ı tam olarak sindirebilmesi çok olası değil. Muhakkak ki okurken duygularına ortak oluyoruz ama dediğim gibi kişisel adamlar ve okuyucuya çok daha fazlası lazım. Solgun Ateş'e gelirsek, askerlik dönemi o kitabı okumak için doğru zamanlama kesinlikle değildi. Kitabı daha önceleri bana önermiş olan arkadaşımın da dediği gibi Solgun Ateş'i okurken bir not defteri, bir kalem, steril bir ortam ve dağılmaya müsait olmayan bir kafa yapısı lazım. Kitaplığımda duruyor en kısa sürede tekrar okuyacağım elbette.

Tehlikeli Oyunlar'ını "Sevin'e" diye anlatmaya başlar Oğuz Atay. Tutunamayanlar'da Günseli olarak düşündüğümüz kadın profilinde Sevin Seydi'den esintiler vardır fakat Sevin Seydi, Tehlikeli Oyunlar'da bahsedilen Bilge karakteri ile daha fazla can bulmuştur. Arkadaşının karısına âşık bir adam, toplum değerleri, iç hesaplaşmalar, olamamışlıklar!!! Hikâyenin aslını bildiğimizden ötürü biz rahatlıklaanlayabilengillerdeniz kimden bahsedildiğini. Arkadaşımın bahsettiği yazım yanlışlarından olan rahatlıklaanlayabilengillerdeniz kelimesi ve buna benzer şeyler bol bol vardır Oğuz Atay'ın kitaplarında. Karısı Sevgi'ye bir şeyleri anlatabilme çabası, albayıyla yazdığı oyunda "Seni eskisi gibi seviyorum" diyebilme ve onu geri kazanabilme çabası... Oğuz Demiralp'in dediği gibi Hikmet "Sevgi'yle yaşarken sevgisiz, Bilge'yle bilgisiz." Yine anlatamadın be adam, kaldı işte öylece içinde, yine tutunamadın sen bu mevzulara. Zaten ne zaman becerebilmiştin ki şu tutunabilme sanatını? Yıllarca içinde kaldı ve birike birike hasta etti seni, genç yaşında aldı götürdü buralardan, çok mu önemliydi sanki, bu kadar düşünmek zorunda değildin, daha anlatacakların vardı bu kadar insana. Söyleyebilseydin eğer, "bunları düşünmeden bu kadar şeyi bu kadar mükemmel nasıl anlatırdım" der miydin bana peki. "Beni buna mecbur ettiler genç adam, ben olmama izin vermediler" de der miydin? Hem yaşadığın dönemdeki gibi değil artık hiçbir şey, artık düşündüğünün aksine insanlar anlıyor seni, çok iyi anlıyor hem de, bence senin bile beklediğinden ve tahmin ettiğinden çok daha iyi.

Hikmet Benol, yani hikâyenin esas oğlanı da Oğuz Atay'dır. Sağlıklı bir Oğuz Atay bazen Selim Işık bazen de Hikmet Benol olabilme yeteneğine sahiptir. Ama burada Hikmet'tir. Hikmet üç katlı ahşap bir gecekonduda yaşar. Alt katında dul bir kadın yaşamaktadır ki o da Nurhayat Hanım'dır. Bir oğlu vardır askerde, ona mektup yazarlar birlikte ve ondan gelen mektupları okurlar. Diğer oğluna da ödevlerinde yardımcı olur. Mesela Hikmet bir ödev için ülkemizden bahsederken aslında üç tarafının denizlerle çevrili olmadığı, Akdeniz; güney sınırının sadece yarısını oluşturduğu için iki buçuk tarafının denizlerle çevrili olduğu konusunda ısrarcıdır. Hikmet'e göre ödevi gören öğretmen bu bilgiye kızamaz çünkü gerçek olan budur. Aslında yaptıklarına bir anlam bulmak için, yaşadıklarını bir kalıba koyabilmek için bütün gerçekliği içselleştirerek bunu bir oyuna dönüştürüyor Hikmet. Bu yoldaki en büyük yardımcısı da Emekli Albay Hüsamettin Tanbay oluyor. Eğer romanlara Oscar verilseydi 1974 yılında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı'nı zorlanmadan alırdı Hüsamettin Albay. Beraber oyunlar yazdılar, tehlikeli oyunlar oynadılar, Hikmet bazen çok kızdırdı Hüsamettin Albay'ı ve telaşlandırdı, yanında olmasını o kadar çok istedi ve ona o kadar çok şey anlattı, o kadar çok şey paylaştı ki hayali ile gerçeği birbirine karıştı bazen. İyi ki varsın albayım, Olric de iyi ki var.

Oğuz Atay yaşıyor olsaydı biz Gözde'yle onu bulurduk, bence o da bizi severdi. Muhtemelen o da anlardı "Gözde'yle yaşanılacağını benimle konuşulacağını". Gözde'yi de yanıma alıp Londra'ya gidip Sevin Seydi'yi bulup konuşmayı, her şeyi anlatmasını istiyorum, üstelik en başından bütün hikâyeyi... Gözde uzaktan bakalım sadece görüp döneriz dedi, ben konuşmak isteyelim dedim ama Gözde onun kabul etmeyeceğini düşünüyor. Haklı olabilir hatta haklıdır kesin o yüzden belki de uzaktan görüp dönmesi en iyidir. Fakat eğer konuşmazsak Oğuz Atay'ın tamamlayamadan hayatını kaybettiği büyük projesi "Türkiye'nin Ruhu"nda bize neler anlatacağını öğrenemeyiz ki. Muhtemelen "ülkemiz büyük bir oyun yeridir" cümlesi ile başlardı ya bilemiyorum artık. Erken öldün albayım erken, daha yazılacak çok fazla satırın, okunacak çok kitabın vardı.

10 yorum:

  1. fikrine, kalemine sağlık Orhun'cum!

    YanıtlaSil
  2. Gözlerim dolarak okudum. Seninle gurur duyuyorum. Çok iyi bir yazı olmuş

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Sevil Teyze bunları senden duymak çok güzel :)

      Sil
  3. Bahsettiğinden de güzel; gözlemi, kalemi ve ruhu güçlü bi yazı olmuş arkadaşım... tebrikler!!! Bi an önce gidip Malum kitabi alip okuma dürtüsü içindeyim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Didem oku elbet pişman olmayacaksın :)

      Sil
  4. Sen Tehlikeli Oyunları okurken bende senin bana verdiğin Veciz Sözler’i okudum. Sen bana büyük bir coşkuyla Tehlikeli Oyunlar’dan pasajları okurken bende Sulhi Saygılı’yı düşündüm. Sulhi, "kendisinden daha yapılı ve boylu" olan nesteren'in "sevdiği adam" ile ilk karşılaşmasında adamın elini sıkarken, ayaklarının çıplak olduğunu gördüğünde 'ne rahat, ne korkusuz adam, yaz gelmeden çoraplarını çıkarmış,' diye düşünüyor ya, hem de hükmen mağlup... evet, o anda sulhi'nin yerinde olmayı kimse istemezdi elbette. İşte böyle bir duruma "ancak Oğuz Atay ve kahramanları dayanabilir!". Veciz Sözlerin içinde de buram buram Oğuz Atay var…İmbikten damıtırcasına bilinçaltı hesaplaşmalar ve monologlar.. “bu dünyada her şey hep aynıdır ve bunu bilmek ölesiye sıkıcıdır..” der Sulhi. Ama benim altını en kalın çizdiğim cümlesi ise; “artık ne kendimi ne de başkalarını anlayabiliyorum. hayat ve insanlar hakkında işe yaramayan pek çok şey öğrendim. gerçekten hiçbir işe yaramıyor” oldu.
    Kalemine ve o güzel yüreğine sağlık Orhun. Yazını iki-üç kez okudum. Çok emek verilmiş ve coşkuyla yazılmış. Senin gibi güzel bir ruhun etrafımda olması bana iyi geliyor. Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay’ın okumadığım iki kitabından biri. En kısa zamanda okumam farz oldu. Sayende canım ruhumda rafa kaldırdığım Oğuz Atay çekti Kafka’da buluşmak dileğiyle.. sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şerife Hanım sizin bu yorumu yaparken yazıp yazıp sildiğiniz gibi ben de buraya pek çok şey yazıp yazıp sildim. Dediğiniz gibi üzerine pek çok şeyi biz konuşuyoruz zaten. O yüzden güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

      Kafka'nın Dönüşüm'ünü okuduktan sonra ayrıca selam ederim :)

      Sil
  5. Çok güzel bir yazı olmuş. İçimde kitabı tekrar okuma arzusu canlandı!

    YanıtlaSil