18 Mart 2012 Pazar

Semerkant


















Semerkant, hem popüler hem kült olmayı başarmış bir kitap. Çok arada kalmışlıkları olan türden. Hani Tutunamayanlar'ı yazarken kimisinin başucu kitabı olduğundan kimisinin ise ilk sayfalardan elinden bıraktığı bir kitap diye bahsetmiştim ya size, Amin Maalouf'un Semerkant'ı da ona benzer bir kadere sahip. Sebeplerinden yazının ilerleyen kısımlarında bahsedeceğim. 1988 yılında yayımlanan kitabın son dönem popülaritesi ise oldukça dikkat çekici. İşin aslı, her dönemde popülaritesini korumayı başarmış bir kitap ama kendi adıma son bir yıldır çok fazla ismini duymaya başlamıştım ve nihayet sıra gelmişti. Kitabı biraz önce bitirdim ve bir şeylerden bahsetmek istiyorum. Hemen belirteyim yerini belirterek çok küçük bir spoiler vereceğim yazının içeriğinde. Peki ben bunu neden daha ilk paragraftan söylüyorum size? Çünkü spoiler demek biraz güç. Zaten kitabın genel gidişatı ile ilgili olduğu için bence kitabı henüz okumamış biri o bölümü rahatlıkla okuyabilir ama elbette bunun kararını siz vereceksiniz.

Kitabın yazarı Amin Maalouf'tan biraz bahsedersek, 1949 Lübnan doğumlu olan yazar 1976 yılından beri Paris'te yaşıyor. Yayın organlarında yöneticilik, köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf vaktinin önemli bir kısmını roman yazarak değerlendiriyor ve dilimize de çevrilmiş pek çok romanı mevcut. Maalouf, ilk kitabı olan Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri'ni 1983 yılında yazmış ve bu romanla birlikte önemli başarılar kazanmış. 1986 yılında okuyucusuyla buluşan Afrikalı Leo(aynı zamanda ilk romanı) ile birlikte dünya çapında tanınır hale gelen Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant ile yeri edebiyat dünyasında sağlamlaşmış.

Kitabın konusuna gelince, şu an Özbekistan sınırları içerisinde bulunan Semerkant şehrinden ismini almış. Bu şehrin tarihinde barındırdığı isimlerden üç tanesi Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam. Tarihin en ilgi çekici isimlerinden olan bu üç adamın hikâyesi anlatılıyor kitapta. Ömer Hayyam'ın ise daha göz önünde olduğunu söylemek mümkün. Bu hikâye kitabın ilk dönemecinden önceki kısım. İkinci kısmında ise Ömer Hayyam'ın el yazması Rubaiyat'ının 20. yüzyıla kadar uzanan öyküsü anlatılıyor. Bu öyküyle birlikte İran'ın siyasal durumundan uzun uzun bahsetmiş Amin Maalouf.

Semerkant okuduğum ilk Amin Maalouf kitabı ve Maalouf'un dilini beğendiğimi söyleyebilirim. Bence kitabın ufak bir talihsizliği var. İlk bölümde yer alan hikâye -yani Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ı anlatan hikâye- bütün bir insanlık tarihinin en ilgi çekici hikâyelerinden. Hâliyle bu ilk bölümü müthiş bir ilgiyle okudum. İkinci kısımda yer alan Rubaiyat'ın macerası ve İran'ın siyasal görüntüsü ise farklı bir ilgi çekici hikâye ama ilk kısmın gölgesinde kalmış. Bundan ötürü kitabın sona yaklaştıkça güç kaybettiğini düşünüyorum. Amin Maalouf, bağlantılı bu iki hikâyeyi iki farklı roman olarak anlatmayı düşünmüş müdür bilmiyorum ama bence öyle bir şey denese çok daha başarılı olurdu. Tabi bu benim naçizane fikrim.

Birçok kişi gibi ben de bu üç ismin hikâyesine oldukça ilgi duyuyorum ve Vladimir Bartol'ün Alamut kitabından sonra o döneme dair okuduğum ikinci önemli eser oldu Semerkant. Alamut'u okuyalı uzun zaman oldu ama aklımda kalan kısımlarını düşününce anlatılan hikâyeyle Semerkant'ta anlatılan hikâyenin çok ciddi çelişkilere sahip olmadığı fikrindeyim. İki kitap arasında tutarlılık iyi düzeydeydi sanırım.

Semerkant'ın en dikkat çekici özelliklerinden bir tanesi ise Ömer Hayyam'a hayranlık besleyecek şekilde yazılmış olması. Kitabın içinde verilmiş bazı rubaileri, insanların ona bakış açısı, onun insanlara bakış açısı ve ilişkileri, kısacası her şeyiyle hayranlık uyandıran bir karakter olarak anlatılmış kitapta. Alamut'ta yer alan Hasan Sabbah'ın dönem dönem Ömer Hayyam'ın yanında olmasını istemesi gibi ayrıntılardan Semerkant'ta da bahsedilmiş. Kendi adıma konuşmak gerekirse, bu adamlarla özellikle Ömer Hayyam'la tanışmış olmak gerekirmiş diye düşünüyorum. Bizim yaşadığımız dünyadan ne kadar farklı bir dünyada yaşayıp neler yapmışlar diye merak ediyorum sık sık. Anlatılanları dinleyip, yazılanları okumaktansa gözümle görmeyi onlarca kez tercih ederdim. 

Kitapla ilgili ilk paragrafta bahsettiğim kısımları açmak gerekirse, kitabı çok beğenen bir kesim var. Hatta "Hayatımın kitabı, bir Amin Maalouf harikası" gibi yorumlar okudum ve duydum. Buna karşılık kitabın tarihsel gerçekliklerini, Maalouf'un kendi hayal dünyasıyla çok fazla bütünleştirdiğini okudum. Bu gerçekliklerle alakalı çok fazla yorum yapamıyorum çünkü hikâyeyle ilgili güvenilir kaynakları okuyup araştırmadım hiç. 

- şimdi biraz spoiler - 

Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ı varlığını koruyor mu acaba diye düşünüyordum kitabı okurken. Acaba günümüze kadar gelip kitap olarak çoğaltılmış mıdır gibi düşüncelere sahiptim ve kitabın sonuna kadar bununla ilgili bir şeyler öğrenir miyim diye bekledim durdum. Semerkant'ta anlatılana göre Hayyam'ın Rubaiyat'ı, Titanik ile beraber sulara gömülmüş ve eğer bu gerçekse bu hikâye gerçekten çok enteresan demektir. Tarihe geçmiş bir adamın en büyük eserinin tarihi bir felaketle okyanuslara gömülmesi... Bence son derece ilgi çekici. 

- spoiler biter - 

Okuduklarımdan ve duyduklarımdan sonra kitabın gerçeklik kısmına çok güvendiğimi söyleyemem. Alamut ile pek çok noktada buluştuklarına bilmeme rağmen -özellikle ikinci kısıma- güvenemiyorum. Alamut'un kitabın ikinci kısmıyla ilgisi yok zaten. Buna karşılık kitabın dili başarılıydı. Ömer Hayyam'a hayran olmamak gerçekten elimde değil. Son dönemde her geçen gün biraz daha artan İran ilgimin tuzu biberi oldu Semerkant. Hiçbir şey için değilse bile sadece Hayyam'ın rubailerini okumak için bile okunmaya değer bir kitap. Okumak için benim kadar uzun süre beklediyseniz hiç zaman kaybetmeden en kısa zamanda okuyun derim. O kadar bahsettik madem, yazımı Ömer Hayyam'ın kitapta bulunan bir sözüyle bitireyim: "Kalk haydi, ebediyen uyuyacağız zaten!"

1 yorum:

  1. Amin Maalouf'un tüm kitaplari icinde en begendigim kitabidir Semerkant. Gerçekten cok keyifli bir kitap.

    YanıtlaSil